16 Aralık 2024 tarihinde Nature Biotechnology’de yayınlanan makale biosimilar düzenlemeler ile ilgili konular ile ilgili farklı bir bakış açısı getiriyor.
Aşağıdaki yazının özetini, ülkemiz perspektifinden yaklaşımı ve yazarların klinik araştırma yerine önerilerini okuyabilirsiniz.
Biyolojik ürünlerin daha ekonomik versiyonları olan biosimilarlar, global ilaç piyasasında giderek daha fazla yer kaplamaktadır. İlk biosimilar düzenlemeleri, Avrupa İlaç Ajansı (EMA) ve Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından biyolojik ürünlerin patentleri sona erdikten sonra, bu ürünlerin benzerlerinin güvenli ve etkin bir şekilde pazarlanabilmesi için çerçeve oluşturmuştur. EMA, 2004 yılında biosimilarlar için kapsamlı bir düzenleyici çerçeve geliştirmiştir, bu düzenlemeler zaman içinde global bir standart haline gelmiş ve diğer ülkelerin düzenlemelerine örnek teşkil etmiştir. FDA ise benzer bir yaklaşımı takip ederek, biosimilarların değerlendirilmesi ve onaylanması için rehberlikler sunmuştur. Ancak, Erik Doevendans, Peter van Meer ve Huub Schellekens tarafından “Nature Biotechnology” dergisinde yayımlanan “The devolution of biosimilars regulations” başlıklı makalede, 20 yıllık deneyim ışığında, biosimilar düzenlemelerinin artık yetersiz kaldığı ve güncellenmesi gerektiği tartışılmaktadır.
Tarihsel Perspektif ve Güncel Yaklaşımlar
Makale, EMA ve FDA’nın başlattığı ilk biosimilar düzenlemelerinin zaman içinde nasıl global bir standart haline geldiğini detaylandırmaktadır. Ancak, yazarlar 20 yıllık tecrübenin ardından, bu düzenlemelerin eski ve yetersiz hale geldiğini, bilimsel ve teknolojik ilerlemelerle birlikte güncellenmesi gerektiğini savunmaktadır. Özellikle, biosimilar ve referans ürünler arasında yapılan fizikokimyasal ve biyolojik benzerlik analizlerinin, bu ürünlerin güvenlik ve etkinlik profillerinin karşılaştırılabilir olduğunu gösterdiği belirtilmektedir. Bu bulgular, klinik araştırmalara olan ihtiyacı azaltmakta ve daha esnek bir düzenleyici modelin benimsenmesini gerektirmektedir.
Klinik Araştırmaların Azaltılması ve Düzenleyici Modelin Yeniden Tasarlanması
Makale, biyofarmasötikler için klinik araştırmaların azaltılmasını önermekte, biyolojik ürünlerin küçük moleküller için kullanılan genel yollarla düzenlenmesi gerektiğini öne sürmektedir. Yazarlar, daha az maliyetli ve daha erişilebilir biyofarmasötik ürünlerin geliştirilmesine olanak tanıyacak şekilde düzenlemelerin basitleştirilmesi ve rasyonelleştirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu öneriler, özellikle gelişmekte olan ülkeler için büyük önem taşımaktadır, çünkü bu ülkelerde sağlık hizmetlerine erişim ve ilaç maliyetleri kritik konulardır.
Türkiye Perspektifi ve TİTCK’nın Rolü
Türkiye’deki biyofarmasötik pazarı ve Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK) üzerinden önerilen düzenleyici modelin potansiyel etkilerini değerlendirmek, bu tartışmanın önemli bir parçasıdır. TİTCK, ilaç güvenliği ve etkinliği konusunda Türkiye’deki ana düzenleyici otorite olarak, biosimilarlar için güncellenmiş düzenlemeleri benimseyerek, ülke genelinde biyofarmasötik ürünlerin daha hızlı ve daha uygun maliyetle piyasaya sürülmesine olanak tanıyabilir. Bu, Türkiye’deki hastaların yeni ve daha uygun maliyetli tedavilere daha hızlı bir şekilde erişebilmelerini sağlayabilir.
Klinik Araştırmaların Mevcut Durumu
Biosimilarlar için başlangıçta kapsamlı klinik araştırmalar gerekliliği, biyolojik ürünlerin karmaşık doğasından kaynaklanmaktaydı. Ancak, Erik Doevendans, Peter van Meer ve Huub Schellekens’in makalesine göre, 20 yıllık tecrübenin ardından, biosimilar ve referans ürünler arasında fizikokimyasal ve biyolojik benzerliklerin detaylı analizleri, bu ürünlerin güvenlik ve etkinlik profilinin benzer olduğunu göstermektedir. Bu durum, klinik araştırmalara olan ihtiyacı azaltmakta ve düzenleyici gereklilikleri sorgulamaktadır. Yazarlar, biyolojik ürünlerin artık küçük moleküller için kullanılan genel yollarla düzenlenmesi gerektiğini öne sürerek, mevcut klinik araştırma modellerinin gözden geçirilmesi gerektiğini vurguluyorlar.
Klinik Araştırmaların Gerekliliğinin Azalması
Makalede belirtildiği üzere, yirmi yıllık deneyim ve gelişmiş analitik araçların kullanımı, biosimilarların referans ürünlerle önemli derecede benzer olduğunu ve klinik sonuçlar üzerinde herhangi bir olumsuz etki oluşturmadığını ortaya koymuştur. Bu bulgular, özellikle farmakokinetik ve farmakodinamik çalışmaların, klinik etkinlik çalışmalarına bir alternatif olarak kabul edilebileceğini göstermektedir. Bu yaklaşım, klinik araştırmaların gerekliliğini azaltırken, aynı zamanda biyofarmasötiklerin geliştirilme ve piyasaya sürülme süreçlerinde hem zaman hem de maliyet tasarrufu sağlamaktadır.
Klinik Araştırmaların Yeniden Değerlendirilmesi
Yazarlar, mevcut klinik araştırma modellerinin, biyofarmasötikler için artık yeterince duyarlı olmadığını ve etik olmayan metodolojilere dayandığını ileri sürmüşlerdir. Bu bağlamda, daha küçük ve daha hassas farmakokinetik/farmakodinamik (PK/PD) çalışmalarının, klinik araştırmaların yerini alabileceğini önermektedirler. Bu tür bir değişiklik, biosimilar geliştirme sürecini daha bilimsel bir temele oturtacak ve geliştirme maliyetlerini düşürerek biyofarmasötik ürünlerin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlayabilir.
Yenilikçi Yaklaşımların Önemi
Makale, klinik araştırmaların yerine geçebilecek yenilikçi yöntemlerin geliştirilmesinin önemini vurgulamaktadır. Örneğin, yüksek performanslı analitik teknikler ve standardize edilmiş üretim teknolojileri, biosimilarlar ve referans ürünler arasındaki farklılıkları tespit etmede önemli rol oynamaktadır. Bu teknikler, biyofarmasötiklerin geliştirilmesinde yeni bir dönemin başlangıcını işaret etmekte ve klinik araştırmaların gerekliliğini daha da azaltmaktadır.
Toplumsal ve Ekonomik Etkiler
Son olarak, makale, klinik araştırmaların azaltılmasının toplumsal ve ekonomik açıdan olumlu etkiler yaratabileceğini belirtmektedir. Daha az klinik araştırma, biyofarmasötik ürünlerin daha hızlı ve daha uygun maliyetle piyasaya sürülmesini sağlayabilir. Bu durum, özellikle gelişmekte olan ülkelerde sağlık hizmetlerine erişimi artırabilir ve genel olarak ilaç erişilebilirliğini iyileştirebilir.
Elbette, makalede biosimilarların düzenlemeleri ve klinik araştırmalar yerine önerilen insan üzerinde yapılabilecek alternatif çalışmaları kapsayan bir blog yazısı aşağıdaki gibi olabilir:
Biosimilar Onayı İçin Alternatif Yöntemler: Klinik Araştırmalardan Fizikokimyasal ve Biyolojik Testlere Geçiş
Biosimilar ilaçların geliştirilmesi ve onaylanması süreci, yüksek maliyetli ve zaman alıcı klinik çalışmaları gerektirir. Ancak, son yıllarda bilim dünyasında yaşanan teknolojik ilerlemeler, bu süreci daha verimli hale getirebilecek yeni metodolojilerin önünü açmıştır. Erik Doevendans, Peter van Meer ve Huub Schellekens tarafından kaleme alınan ve “Nature Biotechnology” dergisinde yayımlanan “The devolution of biosimilars regulations” başlıklı makale, biosimilarların düzenlenmesi konusunda önemli değişiklikler önermektedir. Yazarlar, klinik deneylere alternatif olarak insan üzerinde yapılabilecek daha basit ve maliyet etkin testlerin kullanılmasını savunmaktadır.
Fizikokimyasal ve Biyolojik Karşılaştırmalar
Makalede öne çıkan temel öneri, biosimilar ve referans ürünler arasında fizikokimyasal ve biyolojik benzerlikleri belirlemek için yapılan testlerin, klinik çalışmaların yerini alabileceği yönündedir. Bu testler, ilaçların moleküler yapısını ve biyolojik aktivitelerini karşılaştırarak, güvenlik ve etkinlik açısından referans ürüne eşdeğer olduklarını kanıtlayabilir. Bu yaklaşım, klinik çalışmalara kıyasla daha az kaynak gerektirir ve süreci hızlandırır.
Farmakokinetik ve Farmakodinamik Çalışmalar
Klinik çalışmalar yerine, farmakokinetik (PK) ve farmakodinamik (PD) çalışmalar, biosimilarların etkinliğini ve güvenliğini değerlendirmek için kullanılabilir. PK çalışmaları, ilacın vücuttaki hareketini; PD çalışmaları ise ilacın biyolojik etkilerini ve mekanizmalarını inceler. Makalede belirtildiği gibi, bu tür çalışmalar, insan üzerinde yapıldığında, ilaçların vücutta nasıl davrandığını ve hedeflediği etkileri gerçekleştirip gerçekleştirmediğini doğrudan gözlemleme fırsatı sunar.
İnsan Üzerinde Yapılan Analitik Karşılaştırmalar
İnsan üzerinde yapılan analitik karşılaştırmalar, biosimilar ve referans ürünün aynı biyolojik hedeflere nasıl bağlandığını ve etkileşime girdiğini ölçmek için kullanılabilir. Bu tür çalışmalar, özellikle biyolojik hedeflerin aktivasyonu veya inhibisyonu üzerinden ilacın etkisini değerlendirmekte kritik öneme sahiptir. Yazarlar, bu testlerin klinik çalışmaların yerine geçebileceğini ve biosimilar onay sürecini önemli ölçüde hızlandırabileceğini öne sürmektedir.
Yönetmeliklerdeki Değişikliklerin Önemi
Makalede önerilen düzenleyici değişikliklerin benimsenmesi, biyofarmasötik sektörü için büyük bir dönüşüm yaratabilir. Daha hızlı ve maliyet etkin biosimilar onay süreçleri, ilaç erişimini genişletirken, sağlık hizmetlerinin maliyetini düşürmeye yardımcı olabilir. Bu tür bir değişiklik, özellikle gelişmekte olan ülkelerde biyolojik tedavilere erişimi artırarak genel sağlık standartlarını yükseltebilir.
Sonuç
“The devolution of biosimilars regulations” makalesinde sunulan öneriler, biosimilar ilaçların düzenlenmesi ve değerlendirilmesi sürecinde paradigma değişikliğine işaret etmektedir. Klinik çalışmaların yerine, fizikokimyasal, biyolojik ve farmakokinetik/farmakodinamik analizlerin kullanılması, bu ilaçların piyasaya sürülme süresini kısaltabilir ve maliyetlerini azaltabilir. Bu değişiklikler, global ilaç piyasasında daha hızlı ve adil bir rekabet ortamı yaratılmasına katkıda bulunarak, tüm dünyadaki hastalar için pozitif sonuçlar doğurabilir.